Bir ”Karşı Taraf” Meselesi

Yazıya çok tartışmalı bir başlıkla başladığımın farkındayım; KARŞI TARAF! Kime göre, neye göre karşı. Şöyle açıklayayım; ben Avrupa yakalı olduğum için Anadolu yakası benim dilimde hep ”karşı taraf” olarak anılır.

”Karşı taraf” diye nitelendirmeyi geçtim bir de ”uzak” sıfatı eklerim hep Anadolu yakasına. Bir buluşma olacağı zaman Anadolu yakası düşünülüyorsa ben hemen: ”Karşı taraf mı? Yok, çok uzak.” der, konuyu kapatırım. Bu nedenledir ki; Anadolu yakasındaki pek çok güzelliği görme fırsatını hep heba ettim.

Ta ki bundan yaklaşık bir ay öncesine kadar… Arkadaşımla farklı bir yer arayışındayken ”Hadi bir Anadolu yakası yapalım!” dedik, ve başladık keşfe. Öyle keyifli bir tur oldu ki, öyle güzel manzaralar yakaladık ki, bunları bloğumda paylaşmazsam olmaz dedim.

Anadolu yakasında oturanlar bahsettiğim yerlere mutlaka ki aşinadır ama benim gibi Avrupa yakasından fırsat bulamayıp bu güzellikleri kaçıranlar için harika bir fırsat olabilir 🙂

Öncelikle ilk durak; Küçük su Kasrı. Malumunuz benim için en tatlı sabahlar kahvaltı ile başladığı için ilk başta kahvaltıya yöneldim 🙂 Şimdi şu tabağa bakın Allah aşkına… Yönelinmez mi? Bir de doyurucu ve lezzetli bir kahvaltı tabağı varsa önümde zaten, olay bitmiştir 🙂
E tabi bir de manzara faktörü var. Böyle muhteşem bir manzara da kahvaltı yapmak gerçekten insanın kahvaltı şevkini arttırıyor.
Küçük su Kasrı demişken; sakın kafesine gidip kasrı gezmemezlik yapmayın derim ben! Çünkü gezmezseniz çok şey kaçırırsınız. I. Mahmud’dan Abdülmecit’e kadar birçok sultanın yaşadığı kasır, 1857 de hizmete giriyor ve sultan Abdülmecit’in son düzenlemesi ile bu halini alıyor. Kasır tam 2.5 TL, öğrenci 1 TL, 0-6 yaş arası ve 65 üstüne de ücretsiz. Kasım ve Mart da 09:00-16:00, Nisan ve Ekim de de 09:00-17:00 arası hizmet veriyor.
Kasrın içinde fotoğraf çekmek yasak olduğu için çekemedim maalesef… O yüzden dış çekim fotoğraflara kaldım, kusura bakmayın 🙂
Kasra gelecek olursak; kasrı bir rehber eşliğinde geziyorsunuz. Rehber size tarihini, içeri de bulunan eşyaların özelliğini anlattıktan sonra serbest bir gezi yapıyorsunuz. Kasır üç katlı; birinci ve ikinci mekanlar orta mekana açılan dört oda olarak düzenlenmiş. Başta da dediğim gibi birçok sultan yaşamış bu kasırda; hatta bu kasır zamanında Atatürk’ün de ilgisini çekmiş.
Kasra doymak mümkün değil ama zaman kıymetli 🙂 Şimdiki rotamız; Kanlıca. Uzun zamandır hep duyarım Kanlıca yoğurdunu; ama yemek hiç nasip olmamıştı. Bu güzel yerlerden geçe geçe Kanlıca’ya doğru ilerledik.
Kısa bir otobüs yolculuğundan sonra yoğurt dükkanı gördüğümüz ilk yerde indik. Çünkü derdimiz yoğurt tatmak idi. Başta pudra şekeri katmadan yemeye çalıştım, ”İyiymiş ama yoğurt yani” dedim. Sonrasında pudra şekerini karıştırınca asıl tadı aldım. Bu yoğurdun adabı bu yani. Benim gibi ”Ayy pudra şekeri ile yoğurt ne alaka ya!” demeyin. Alakası var, yoksa bir kase getirip koymazlar önünüze.
Yoğurt faslından geçiyoruz şimdi tırmanış faslına 🙂 Tırmanış derken; öyle dağ,tepe veya dimdik bir yokuş falan tırmanmayacağız. Sadece kaleye çıkmak için biraz efor sarf etmek zorunda kalacağız.
                                 
Yeni rotamız; Anadolu Kavağı. Anadolu Kavağı’nın zannımca Kilyos’tan pek bir farkı yok. Gider gitmez sanki tatil merkezindeymişsiniz de, denizden yeni çıkıp kaldığınız otele gidiyormuşsunuz gibi bir his doğuyor içinize 🙂 Sahilde balıkçı lokantaları, renkli evler… İnsanın içi açılıyor.

 

İnsanın içini açan sadece merkez de değil 🙂 Bunu Yoros kalesine çıkınca rahatlıkla anlıyorsunuz. Öncelikle şunu söylemeliyim ki; kaleye çıkarken en azından belli bir yere kadar gidebileceğiniz bir arabanız olsun. Çünkü biraz yokuşlu bir yol ve çıkarken sizi biraz yorabiliyor. Sağ olsun, arkadaşımla bana yoldan geçen ve o yöne giden bir yardım sever vatandaş yardımcı oldu ama her zaman böyle insanlar çıkmıyor 🙂 Siz önleminizi alın yani. Tabi bir yere kadar araba ile gitmekle de bitmiyor, tepelere çıkıp manzarayı görmek istiyorsanız; birazcık merdiven çıkma zahmetine de katlanacaksınız 🙂

 

Peki, bu zahmete değer mi? Evet, bence kesinlikle değer! Çıkarken yeşillikler size eşlik ediyor, sonrasında ise bu güzel salıncaklara rastlıyorsunuz. İnanın bu salıncaklarda, böylesine muhteşem manzaraya karşı sallanmak, hayatta yaşayabileceğiniz en muhteşem deneyim bence.
Buyrun size bu da kalenin manzarası… Oturmanız için kafeler de mevcut fakat bence siz kaleyi köşe bucak gezin, oturmayın öyle! 🙂

Bu arada kale dedim dedim ama tarihinden hiç bahsetmedim. Şöyle kısaca bir özet geçeyim; Doğu Roma döneminden kalan kale, imparatorluk zayıflayınca Cenevizlilerin eline geçmiş ve onların kalesi konumuna gelmiş. Böyle kaleye de kim olsa sahip çıkar yani haksız mıyım? 🙂

Kalenin diğer tarafı da üçüncü köprüye bakıyor. Zaten burası da bambaşka bir güzellik. Sanki denizi ayaklarınızın altına seriyorlar. Öyle muhteşem… Bir de esiyor :))
Son olarak, Yoros kalesinden sonra İstanbul’a bir de Otağtepe’ den bakmak istedik; ama maalesef ki zaman mağduru olduk. Saat 19:00’da kapanıyormuş. Kısmet artık başka zamana. Otağtepe’ yi göremesek de o yol üzerindeki şirin köyü ve köylüleri görebildik; hatta konuşma fırsatı bile bulduk. Otağtepe’nin bulunduğu yoldan aşağı doğru inerken de bu muhteşem manzarayı yakaladık 🙂
Yani uzun lafın kısası; benim gibi karşı taraf deyince ”Aman ya uzak!” tepkisini vermek yerine; takın sırtınıza sırt çantasını ve atın kendinizi yollara! 🙂 Bu kadar yeşilliğin olduğu kaç semt kaldı ki şunun şurasında? Sevgilerimleeeee…. 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir