İstanbul Deniz Müzesi, İstanbul’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Denizciliğe ilgi duyun ya da duymayın, müze gezmeyi sevin ya da sevmeyin ama Deniz müzesine gitmelisiniz. Bu konuda neden ısrarcı olduğumu merak ediyorsanız söyleyeyim; ülke tarihinde denizcilik anlamında ne olmuş, neler yaşanmış bunları inceleme fırsatı bulabiliyorsunuz. Bu tarihi bilgileri müzeden öğrenmek dizilerden öğrenmekten daha faydalı olur değil mi? 🙂
Müze, öğrenciler için ücretsiz. Tam bilet ise 7,5 TL. 30 Ağustos, 29 Ekim gibi özel gün ve haftalarda da müzeye ücretsiz girebilirsiniz. Pazartesi günleri kapalı olan müze, hafta içi 09:00-17:00, hafta sonu ise 10:00-18:00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.
Gelelim müzenin tarihine… İstanbul’un Beşiktaş semtinde bulunan İstanbul Deniz Müzesi, 1897 yılında Binbaşı Süleyman Nutki’nin büyük çabaları ile ”Müze ve Kütüphane İdaresi” adıyla Tersane-i Amire’de küçük bir binada kuruluyor. II. Dünya Savaşı’nın başlaması eserlerin Anadolu’ya nakledilmesine neden oluyor. 1946 yılında ise nakledilen eserler Dolmabahçe Camii’ne taşınıyor. Dolmabahçe Camii’nin ardından da 1961 yılında Beşiktaş’a taşınıyor.
Kısacası sürekli bir taşınma hikayesi var ama sonunda en güzel yerlerden birine yerleşiyor. Kuruluş hikayesinden sonra müzeyi dolaşmaya başlayabiliriz. İlk bölümde denizcilik alanında önemli yeri olan kişilerin büstleri ile karşılaşıyoruz. Hatta bazıları hakkında bilgiler vermek isterim.
Mesela Aydınoğulları beyliğinin ikinci ve en büyük beyi olan Gazi Umur Bey. Kendisi denizcilik ile nam salan bir Türk askeri ve devlet adamı. İzmir’i Cenevizliler’den alıyor ve Ege Denizi üzerinde kesin bir egemenlik sağlıyor. Büyük bir deniz kuvveti oluşturarak Haçlı donanmalarına karşı mücadele veren Gazi Umur Bey, Adriyatik’e kadar akınlar düzenliyor. Mezarı Ödemiş/Birgi’de bulunuyor.
Barbaros Hayreddin Paşa. Çoğumuzun adını tarih derslerinde sıkça duyduğumuz değerli denizcinin hayatını bir kez daha hatırlayalım. Barbaros Hayreddin Paşa’nın asıl adı Hızır; fakat Barbaros ve Hayrettin lakapları ile tanınıyor. Batılıların havuç rengine çalan sakalından dolayı, ağabeyi Oruç’a verdikleri ”Barbaros” adını Hızır için de kullanıyorlar. ”Hayreddin” lakabını ise kendisine Yavuz Sultan Selim takıyor. Kardeşleri Oruç ve İlyas ile beraber birçok deniz seferine katılıyor. Beylerbeyi unvanını aldıktan sonra İstanbul’a gelerek 1534’te Kaptan-ı Derya oluyor. Koyunluca, Pulya ve Preveze’de kazandığı başarılar Barbaros’un ününün dünyaya yayılmasını sağlıyor. 1546’da vefat ediyor ve Beşiktaş’ta sağlığında yaptırdığı medresenin yanındaki türbesine defnediliyor.
Büstlerden bazıları hakkında bilgi verdikten sonra müze turumuza devam ediyoruz. Müzenin önemli parçalarından biri de; Tarihi Kadırga. Çektiri (kürekli ve yelkenli) sınıfından bir kilita olan Tarihi Kadırga, günümüze dek saklanmış ve yaşayan tipte olan dünyanın en eski teknesi olma özelliği taşıyor. Padişah bu tekne ile gezilere çıktığı için üzerinde top yeri ya da savaşçılar için oturma yeri gibi özellikleri bulunmuyor. Yapılış aşamasında en az dokuz farklı türde ağaç kullanılıyor. Bu ağaçlar; saçlı meşe, sedir, karaağaç, kayın, çınar, dişbudak, şimşir, karaçam ve ceviz.
Tarihi Kadırga ardından saltanat kayıkları ile incelemelere devam ediyoruz. Saltanat Kayıklarını, padişah ve yakınları yakın mesafeli geziler için kullanıyor. Bu kayıklar, devletin ve saltanatın ihtişamını ve gücünü simgeleyecek şekilde yapılıyor ve süsleniyor. Neredeyse tamamında bulunan kuş figürü saltanatın gücünü temsil niteliği taşıyor. Köşklü ya da köşksüz olmak üzere iki tür saltanat kayığı bulunuyor. Padişah kayıklarında, köşkün dört cephesinin üst kısımlarında ay-yıldız ve sancaklarla süslü armalar, baş ve arka kısımlarında çeşitli silah ve yaprak motifleri yer alıyor. Hareme ait kayıklarda ise yaprak, çiçek ve meyve motifleri bulunuyor.
Sultan Abdülmecit devrine ait olan 13 çifte köşklü saltanat kayığını görüyoruz. Bu kayık, Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmi Alem Valide Sultan tarafından kullanılıyor ve kayık armuz kaplama ve kemanebaş formunda… Dış bordüründe serbest fırça ile yapılan çiçekler kartuş içine yerleştiriliyor. Fotoğrafta görüldüğü gibi baş kasara üzerindeki bir kürede pençeleriyle yılan tutan kartal figürü yer alıyor. Kartal gücü yılan ise kötülüğü simgeliyor. Tasvir edilene göre kartal yılanı pençelerinin arasında eziyor. Hareme ait saltanat kayıkları arasında bu sembolün kullanıldığı tek kayık olma özelliği taşıyor. Kayık, 32 metre uzunluğunda, 2.40 metre genişliğinde ve 4.10 metre yüksekliğindedir.
Alt katta bulunan kayıklardan bazılarını inceledikten sonra üst kata çıkıyoruz. Bu bölümde ilk karşımıza çıkan Çanakkale Deniz Savaşlarındaki Gemiler Model Sergisi oluyor. Burada o dönemlerde kullanılan gemilerin maketlerini görüyoruz.
Üst katta gemi baş motifleri hakkında bilgi alabileceğimiz bölümlere rastlıyoruz. Bu figürler ahşap oyularak elde ediliyor. Yıllarca denizci devletler gemi baş figürlerinin gemiyi kötülükten koruyacağına inanıyorlar. Eski Mısır ve Çin uygarlıkları geminin kaybolmaması için baş taraflarına göz imgesi çiziyorlar. Fenikeliler ve Yunanlılar ise gemilerinin baş kısmını kuş ve yılan gibi çeşitli hayvanlarla süslüyorlar. Hristiyanlığın kabulü ile İsa, Meryem ve azizlerin imgeleri, daha sonra Ortaçağ’ın kapanışı ile Pagan imgeler ve ilerleyen dönemlerde de ünlü kişilerin ahşap heykelleri gemi baş figürü olarak kullanılıyor. Geminin ait olduğu devletin inançlarına, mitolojisine, geleneklerine ve dönemlerine bağlı olarak farklı objeler gemi baş figürü olarak kullanılıyor.
Fotoğrafta bulunan kayık, Sultan Reşat devrine ait 10 çifte saltanat kayığı olarak geçiyor. Armuz kaplama olup, dikbaş ve hilalkılıç formunda olan kayık, Tersane-i Amire’de yapılıyor. Sultan Reşat bu kayığa ”Kılıç Alayı” esnasında biniyor. Dış bordürü oyma-kabartma bitkisel kıvrımlı. Baş kısmında kanatları açık, ağzında inci taşıyan kuş figürü; arka aynalıkta ise Sultan Reşat’ın tuğrası bulunuyor.
Kayıkların arasında gezerken fotoğrafta gördüğünüz kayık dikkat çekiyor. Bu kayık diğerleri gibi gösterişli değil ama manevi anlamda değeri çok büyük. Nedenini de hemen açıklayayım; bu kayık milli mücadele dönemine ait İnebolu kayığı. Milli Mücadele döneminde Karadeniz’deki mühimmat sevkiyatının sembollerinden biridir kendisi. Bu kayıkların İnebolu sahiline getirdiği mühimmat ”İstiklal Yolu” vasıtasıyla kağnılar kullanılarak Ankara’ya ulaştırılıyor.
Kayıkların olduğu bölümün ardından pulların olduğu bölüme geçiyoruz. Bu bölümde denizcilik ile ilgili fotoğrafların hangi yıllarda pulların üzerinde yer aldığını görüyoruz.
Pulların ardından soluğu Ertuğrul Yatı ile ilgili olan bölümde alıyoruz. Yat, donanmadan 18 Eylül 1926 tarihinde cumhurbaşkanı yatı olarak kullanılmak üzere İstanbul Bahriye Komutanlığı emrine veriliyor. Mustafa Kemal Atatürk 1926-1937 yılları arasında Ertuğrul Yatı Cumhurbaşkanlığı yatı ortak kullanılıyor. 1939 yılında sökülmek üzere satılan yatın filikası süslemenin üzerindeki fotoğrafta bulunuyor.
Savarona Yatı’na ait filika ve tek çifte sandal ile müze gezimizin sonuna doğru yaklaşıyoruz. Filika, deniz kazalarında kazazedelerin hayatını idame ettirebilmeleri amacıyla yapılmış, kürek ya da yelkenle hareket eden küçük deniz araçları olarak kullanılıyor. Filika, Savarona Yatı’na ait. Almanya’da inşa edilen Savarona Yatı, Türkiye Cumhuriyeti tarafından satın alınarak Cumhurbaşkanlığı yatı olarak kullanılıyor. Tek çifte sandal ise Mustafa Kemal Atatürk tarafından Florya’da bulunan Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde kullanılıyor. Bindirme maun kaplama ve dikbaş formunda. Küreklerinin palasında ”MKA” harfleri yazıyor.
Müzeden kısa kısa bilgiler vermeye çalıştım. Umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı bekliyorum. Sevgilerimle…
Nedense hep yanı başımızda görülmesi gereken şeyleri görmeyiz .
En kısa sürede gitmek için teşvik etti beni bu yazı.
Teşekkürler.
Teşvik edebildiysem ne mutlu bana 🙂 Umarım yakın zamanda ziyaret etme şansı yakalarsınız.